Alexander Downer’in mide bulantısı
Alexander Downer Ledra Palace Otelinde ilk basın toplantısını düzenlerken ve Kıbrıs sorununun çözüleceği konusunda iyimser olduğunu söylerken, bir meslektaşı alaycı bir şekilde şöyle söylemişti: ‘Oturduğun yerden 16 özel temsilci geçti...’
Kıbrıs basınının çoğunluğu, 1964’ten günümüze kadar Kıbrıs sorunuyla ilgilenen altı BM Genel Sekreterinin 16 özel temsilcisini de küçümsediği için kendisiyle gurur duyma hakkına sahiptir.
Kıbrıs’la ilgilenen ilk Genel Sekreter U Thant, Kıbrıs’taki olaylarla ilgili ilk raporunda, yerel basının ‘sorumsuz ve belirsiz’ olduğu ve ‘haberlerin içeriği ve tonuyla, kamuoyundaki çatışmayı hiç durmadan körüklediği’ teşhisinde bulunmuştu.
O zamandan beri neredeyse yarım asır geçti ve U Thant’ın ilk saptamaları hala günceldir. Bunca yıldır kitle iletişim araçları, herşeyi yerle bir etmekle eğitildiler. Taktikler geliştirdiler ve yanlış bilgilendirmeyi ve komplo edebiyatını bilimmiş gibi yansıttılar. Çoğunluğu sadece bunu yapmayı biliyor. Farklı ve yapıcı olan her şeyi, kuşkulu ve hain gibi gösteriyorlar.
Fileleftheros gazetesinin Tembrialı müdürü Aristos Mihailidis’in deyimiyle ‘Avustralya’nun tundralarından’ gelen Alexander Downer’in hedef tahtasına dönüşmesi an meselesiydi. Downer, özel bir toplantıda Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak yaptığı söylenen bazı açıklamaları nedeniyle kendini kitle iletişim araçlarının hedef tahtasında buldu. Fileleftheros gazetesi bu görüşmeleri ‘özel dersaneler’ olarak isimlendiriyor!
Peki ama Downer ne dedi de ona bu kadar çok kızdılar? Kıbrıs sorununu çözmeye kararlı olduğunu söyledi ve ‘
Onları daha çok rahatsız
Madem ki bir kişinin bir şey duyduğu, bunu Şilluris’e söylediği, onun da bunları Fileleftheros gazetesine aktardığı bilgiler ışığında kamuoyu önünde bir tartışma yapılıyor, ben de bu diyaloğa, Şener Levent’in yaşadığı bir tecrübesiyle ilgili çok somut bir tanıklıkla katkıda bulunacağım. Bunu Politis gazetesinde yayınlanan makalesinde anlatmıştı (‘Yüzme Havuzunun Kenarında’, 27/05/2009):
‘Önceki gün Lefkoşa’da bir Kıbrıslı Rum’un evinde misafirdim.
-Bugünkü şartlarda en iyi çözüm, iki ayrı, komşu devlettir ve Türkiye bu devletin tek garantör gücü olmalıdır.
Elbette şaşırdım. Siz şaşırmaz mıydınız? Acaba bu adam ciddi miydi? Evet, çok. Konuşmaya devam etti:
-Biz savaşı kaybettik. Savaşta yenilen taraf, galip gelenin şartlarını
Türkiye neden tek garantör güç olmalıdır? diye sordum. Yanıtı şöyleydi:
-Diğerlerini ne yapalım? Kıbrıslı Türklerin güvenlikle ilgili endişesi, çok önemlidir. Üstelik Adanın stratejik konumu, Kıbrıs’ın kontrolünü hiçbir zaman bırakmak istemeyen Türkiye için çok önemlidir. Varsın garantör güç olsun ve burada bir karmaşa çıkarsa, müdahale etsin.
Avrupa Birliğine güvenmiyor musun? diye sordum. Yanıtı netti:
-Hayır, güvenmiyorum!’
Şener Levent, görüştüğü kişinin adını vermedi, ancak bu kişiyi, insanlar ve olaylar üzerinde büyük bir nüfuzu olan, Makarios’tan tutun da Hristofyas’a kadar tüm Cumhurbaşkanlarıyla tecrübesi olan ve onlar hakkında tek tek yorum yapan biri olarak anlattı. Biz sadece şunu ekleyeceğiz: Levent’in anlattığı konuşma, kendilerini milli açıdan haysiyetli ilan
Kısacası Downer, yeni bir federal rejimde Kıbrıs’ın birleşmesiyle ve askerlerin Adadan çekilmesiyle sonuçlanacak bir çözümden bahsetti. Onlar, Türkiye’nin sonsuza kadar Kıbrıs’ta kalmasından söz ediyorlar, hem de tek garantör güç olarak... Yayınlarında bunları söylemiyorlar, ancak olayları de facto olarak bu noktaya sürüklüyorlar. Downer tiksinmekte haklı mıdır yoksa değil midir?
Neden halka gerçekten inandıkları şeyleri yani savaşta yenildiğimizi söylemiyorlar ve Anadolu’yu işgal etmişiz gibi davranıyorlar? Acaba Duntas’ın Doktrinini (‘Davanın yozlaşmasına izin verilsin, böylece zaman içinde de facto bölünmeye ulaşacağız’) benimseyerek, gizli ajandalarında bölünme mi var ve bu nedenle mi görüşmelere karşı bu kadar kudurmuş bir şekilde savaşıyorlar?
Eğer bölünmeyi tercih ediyorlarsa, çıkıp bunu açıkça söylemeleri daha dürüst olur. Tıpkı bölünme yerine federasyoınu tercih edenlerin uzlaşmayı açıkça destekledikleri gibi... Çünkü 1977 ve sonrasında kabul edilenlerin parametrelerinde bir çözüm isteyenlere hain damgasını yapıştırmaları ve özgürlüğün uzlaşmaz mücadelecileri gibi davranmaları, ancak gerçekte bölünmeyi ilerletmeleri, aydın bir insanda mide bulantısından başka ne hissettirebilir ki?
Makarios Druısiotis
Πολίτης
07/06/2009